25 Şubat 2009 Çarşamba

MUMBAİ



Bollywood’un albenisi, ara sokaklarının çaresizliği, sahillerindeki eğlenceleriyle Mumbai’de farklı atmosferlerle karşılaşmak mümkün. ‘Milyoner’ filmiyle hatırımıza gelen şehir nasıl mı?

8 dalda Oscar ödülü alan orijinal adı ‘Slumdog Millionaire’ olan ve Türkçeye ‘Milyoner’ olarak çevrilen film bizi Hollywood sinemasından uzaklaştırdı, Bollywood sinemasının izini takip ettik. Hindistan’da bulduk kendimizi. Filmi izlerken kaybolan aşkların şansla mı, parayla mı yoksa kaderle mi bulunabileceği anlatılırken Mumbai sokakları ve Hindistan’daki yaşam dikkat çekiyor. Mumbai Hindistan en büyük şehri ve Maharashtra devletin başkenti olarak biliniyor. Şehir, ‘Milyoner’de de net şekilde yansıtıldığı gibi iki uç hayatın yaşandığı hareketli şehirlerden bir tanesi. Bollywood sinema endüstrisinin merkezi olduğu için Mumbai ünlü ve oyuncu olmak isteyen insanların adresi olarak biliniyor. Şehrin tarihine bakıldığındaysa önce Portekizlilerin sonra İngilizlerin eline geçen yedi tane ada biliniyor. İlerleyen dönemlerde Doğu Hindistan şirketi tarafından kiralan bu adalarda ticaret ve nüfus arttığı için çok özel bir projeyle adalar birleştiriliyor ve çok kültürlü bir bölge olan Mumbai çıkıyor ortaya. Mumbai’de nasıl bir şehir mi? Başlıyoruz…

NE YAPILIR?
Mumbai denince şehrin renkli ve tozpembe yanı olan Bollywood geliyor akıllara. Eğer tatil programınızdaki şehirlerarasında Mumbai de varsa öncelikle kuzeyde yoğunlaşan Juhu kumsalı civarında kümelenmiş stüdyoları ziyaret edebilir, yapımcılarla tanışabilirsiniz. Hint sinemasının stüdyo işi dramlarının yanı sıra bağımsız filmler konusunda da gelişme gösterdiğiniz unutmayın. Bollywood denilen hayal makinesinin gösterişli ışıklarından Mumbai’nin sokaklarına döndüğünüzde bambaşka bir manzarayla karşılaşmaya hazır olun. Havaalanından şehre giden yola çıktığınız andan itibaren otoyolun iki kenarında sıralanmış barakalarda tüm ihtiyaçlarını sokaklardan karşılayan ve bu barakalarda yaşayan insanlarla karşılaşacaksınız. Gateway of India (Hindistan geçit yolu) İngilizler döneminden kalma bir önemli bir yapı ve Hindistan’ın simgesi olarak bilindiğinden buraya uğramadan olmaz. Şehrin ve ülkenin ruhunu tanımaya başlamak için ideal bir nokta olan yapı özellikle geceleri ve hafta sonları önemli bir buluşmak için ideal. Yine İngiliz döneminden kalma Chhatrapati Shivaji Terminali (Victoria Terminali) gotik yapısıyla Mumbai’nin kalbi olarak tanımlanır ve burada yaşanan kaos mutlaka görülmelidir. Bu istasyon gibi yine Fort bölgesinde yer alan, UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan St. Thomas Katedrali büyüleyici güzellikteki bir başka yapı. Worli’de yer alan Nehru Planteryumu ve Nehru Merkezi (Nehru Planetarium and Nehru Center) görkemli mimarisiyle ve göz alıcı kulesiyle dikkat çekenler arasında. Bu kompleksin içinde müze, tiyatro ve restoran gibi vakit geçirebileceğiz mekânların da bulunduğunu unutmayın. Hindistan’da UNESCO Dünya Mirası listesinde yer alan bir başka yer de Elephanta Adası’dır. Adada maymunlara dikkat etmeniz gerektiği tüm ziyaretçiler tarafından buraya ilk defa gelmiş turistlere tavsiye ediliyor. Bu adanın doğal güzelliklerin yanı sıra Hinduizm’i de ayrıntılarıyla öğrenebilirsiniz. Mani Bhavan Gandhi Müzesi ise Mumbai’nin önemli turistik merkezlerinden biri. Gandhi’nin yaşadığı bu küçük evde hayatının fotografik bir özeti, Hitler ve Roosevelt’e gönderdiği mektupları görmeniz mümkün. Müze gezmeye başlamışken Prince of Wales Müzesi’ne de uğramalısınız. Wellington Meydan’ında bulunan Hint-gotik mimarisin önemli örneklerindendir ve burayı tamamıyla gezmek istiyorsanız en az yarım gününüzü ayırmalısınız. Şehrin yedi adanın birleştirilmesiyle oluşturulduğunu söylemiştik. Böyle doğal bir liman şehrin kumsalları da tahmin edebileceğiniz gibi çok güzeller. Şimdilerde kirlilik sebebiyle denize rahatlıkla girilmese de en çok bilinen plaj Mombai’nin merkezinde bulunan Chowpatty sahili. Bir bayram yerine benzeyen bu kıyı şeridinde Hint yaşam tarzının küçük bir kesitini gözlemlemek mümkün. Çeşitli cambaz gösterileri, kumsalda top koşturan çocuklar, dilenciler görebilirsiniz. Bu sahilde bolca bulabileceğiniz Mombai’nin ünlü aperatifi Bhel Puri ve Kulfi (yerel bir dondurma)’nin mutlaka tadına bakmalısınız. Geleneksel Ganesh Chaturthi Festivali her yıl Temmuz ayında Chowpatty Plajı’nda gerçekleşiyor. Bu festivalde fil kafalı tanrı Ganesh’in dev boyutlardaki maketlerinin törenle denize indirilmesiyle çeşitli gösteriler yapılıyor hatta 2009 yılındaki Ganesh Chaturthi 23 Ağustosta başlayacağını söyleyebiliriz. Mahalaxmi Bridge yönünde yürüdüğünüzde Mumbai’deki toplu çamaşır yıkama yerini görebilirsiniz. Bu çamaşırhane, tüm Mumbai’nin kuru temizleme ve çamaşır yıkama dükkânlarından gelen çamaşırların; topluca yıkandığı, kurutulduğu ve ütülendiği bir yer. Ayrıca Mumbai’nin en ilginç tutkularından bir de kriket oyunudur. Hangi meydandan ve sokaktan geçerseniz geçin kriket oynayan insanlara ve çocuklara rastlayacaksınız. Sokaktaki herhangi biri bile kriket liglerinin oyuncularını sayabilir.

NASIL GİDİLİR?
Türk Hava Yolları ile İstanbul’dan Mumbai’ye direk uçuşlar sağlanıyor. Yaklaşık 9,5 saat süren yolculuk sonrasında Mumbai Havaalanı’na varmış oluyorsunuz.

BOMBAY MI, MUMBAİ Mİ?
Mumbai’nin ismi yakın dönemlerde değişikliğe uğradığı için sürekli karıştırılır ve iki isim de kullanılır. 16. yüzyıl’da bölge Portekizliler’in himayesindeyken iyi körfez anlamına gelen Bom Bahia ismini vermiş. Bu isim bölge İngilizlerin himayesinde geçtiğinde ingilizceleştilmiş ve Bombay olmuş. 1995 yılında ise Hint tanrıçası Mumba'dan türemiş Mumbai olarak değiştirilmiş.

16 Şubat 2009 Pazartesi

TAPAS TADINDA BARSELONA




‘Vicky Cristina Barcelona’ orijinal isimli ‘Barselona, Barselona’ filminden sonra aklımıza tapasın lezzeti, Gaudi’nin mimarisi ve Dali’nin doğum yeri geldi. Müzelerle dolu olan Barselona’da yapılacak öyle çok şey var ki…

Woody Allen’in son filmi 9 Ocak’ta gösterime giren ‘Barselona, Barselona’ ile Akdeniz rüzgârı aklımıza düştü bir kere. Orijinal ismi ‘Vick Cristina Barcelona’ olan bu filmin Barselona’da çekilmiş olmasının nedeni Allen’in bu şehre çok düşkün olmasından kaynaklanmıyor. İspanya’nın özerk bölgesi Katalonya Hükümeti ve bu bölgede bulunan Barselona Belediyesi, film için 1.5 milyon euro’luk bir destekte bulundu. Barselona’nın sanata verdiği bu destek hiç de şaşırtıcı değil. Çünkü şehrin sokakları, mimarisi zaten sanat kokuyor. Neredeyse her köşe başında bir müzeyle karşılaşacağınız Barselona’nın ara sokaklarında bile yabana atılamayacak heykeller sergileniyor. Bu şehirde yapılacaklar listesini sanat aktiviteler doldursa da geniş kaldırımları olan Passeig de Gracia’da lüks mağazalardan alışveriş yapabilir ya da L'aquarium’da su altı dünyasını keşfedebilirsiniz. Şimdi sanat kokulu, tapas lezzetli ve bilgi dolu bir yolculuk için Barselona’ya.

Ben yapamadım siz yapın
İspanya’nın Katalan bölgesinde konumlanan bu şehirde yapılacaklar arasında ilk sırayı müze gezmek alıyor. Çünkü şehirde önemli sanatçıların yapıtlarıyla dolu birçok müze bulunuyor. Zaten şehrin sokakları Gaudi’nin eserleriyle bezenmiş açık hava müzesi niteliğinde. Bu anlamda ise La Sagrada Familia isimli Antoni Gaudi imzalı katedral kimilerine göre şehrin en güzel yapısıyken kimilerine göre de yıkılması gereken bir oluşum. Bu her iki görüş doğrultusunda da görmeniz gerekenler listesinde baş sırada. Gaudi bu katedralin yapımı sırasında tramvayın altında kalarak öldüğü için (1926) binanın yapımı hâlâ devam ediyor. Joan Miro’nun birçok eserini görebileceğiniz Fundacio Miro isimli müze de gezilecekler listesinde. Picasso Müzesi’nde ise Fransa’daki müzede olduğu kadar çok olmasa da ilginç Picasso eserleri bulunuyor. Doğduğu şehre bir eser bırakmak isteyen Salvador Dali’nin 1974 yılında şehrin tiyatrosunu yıkıp bir müzeye çevirdiği Dali Müzesi de mutlaka görülmesi gereken mekânlardan. Bodrumunda Salvador Dali’nin mezarının da bulunduğu müze 15 yaşında ilk sergisini açan sanatçının başka yerde göremeyeceğiniz eserlerine de ev sahipliği yapıyor. Barselona’da kendinizi Beyoğlu’nda gibi hissedebileceğiniz bir yer ver: Las Ramblas Caddesi. Las Ramblas, sokak performanslarına ev sahipliği yapan oldukça eğlenceli ve hareketli bir cadde olarak biliniyor. Şehrin görülmeye değer yerlerinden biri de Avrupa’nın en büyük akvaryumu olarak bilinen L'aquarium. Akvaryum 80 metrelik harika bir su altı seyir imkânı sunuyor ve 11 binden fazla deniz hayvanı barındırıyor. Kuzey bölgesinden aşağıya doğru indiğinizde karşınıza her iki tarafında geniş kaldırımları olan Passeig de Gracia çıkacaktır. Lüks butiklerin yanı sıra İspanyol markaları Zara ve Mango mağazalarının da bulunduğu bu caddenin zemini de Gaudi imzasını taşıyor. Eğer yanınızda çocuklar varken bu geziyi yapıyorsanız Museu de la Xocolata isimli çikolata müzesindeki çikolatadan yapılmış heykeller hem sizi hem de çocukları büyüleyecek.


Ben yiyemedim siz yeyin

Barselona’daki büfelerin önünde gece 23.00’te bile kuyruk görebilirsiniz. Çünkü İspanyollar dört öğün yemek yiyor ve akşam yemekleri ise onlar için ayrı bir keyif niteliğinde. Sabah kahvaltıları kahve ve sıcak çikolataya eşlik eden churros isimli tatlıyla yapılan Barselona’da tortilla ve espanola denilen patatesli omletlerle de kahvaltı edebilirsiniz. Akşam yemeklerinde ise Türk mutfağına çok yakın lezzetlerde olan mezeleri ve özellikle tapasları denemelisiniz. Barselona’da deniz ürünleri, sebze veya tavuk gibi değişik malzemelerle yapılan safranlı pilav yani ‘paella’nın tadına bakmak şart. Bu yemeklere Sangria olarak bilinen İspanyol şarabı eşlik etmeli. Ayrıca gece öğünlerinde bolca tüketilen sıcak peynir soslu mısır cipsi olan ‘nachos’ları değişik soslarla denemelisiniz. Yemek sonrası tatlısız olmaz diyenlerdenseniz Katalan tatlısı olan krem karamelin tadı damağınızda kalacaktır. Ayrıca Barselona sokaklarında yürürken barlara tekrar bakmanızda fayda var. Bu bar görünümlü şirin mekânların birçoğu tapas-bar ve yemek seçenekleri de oldukça bol.


Ben gidemedim siz böye gidin

Türk Hava Yolları’nın İstanbul’dan pazartesi, salı, cumartesi ve pazar günleri saat 09.35’te, pazartesi, çarşamba, perşembe ve cuma günleri ise saat 13.10’da Barselona’ya direk seferleri bulunuyor. Üç buçuk saatlik bir yolculuk sonrasında Barselona’ya varıyorsunuz. İzmir ve Ankara’dan da direk gitmek mümkün. Ayrıca dilerseniz Madrid üzerinden de Barselona’ya ulaşabilirsiniz (www.thy.com).

12 Şubat 2009 Perşembe

HOTEL CHELSEA

Geçmişe dokunamamanın acısını bir şekilde herkes hissediyordur. Ama öyle zamanlar, öyle mekânlar vardır ki geçmiş dediğimiz o şeye yakınlaşırız, özlediğimiz her neyse ona bir soluk kadar yakın oluruz bazen. Böyle bir an yaşamak istiyorsanız açıldığı günden beri onlarca ünlü ismin konakladığı, hatta yıllarca ev olarak kullandıkları Hotel Chelsea, yolunuz New York’tan geçerse mutlaka görülmesi gerekenler listesinde.
Hotel Chelsea, Manhattan’da bulunan 1883 yılından beri onlarca sanatçının kaldığı hatta bazılarının orada devamlı olarak yaşadığı bir otel. Açıldığı günden beri her odasında ayrı bir hikâye yaşanan, bu hikâyelerden bir roman oluşturabilecek bir otel… New York’un en işlek bölgelerinden birinde bulunan otel, 400 odaya sahip ama bunların bir bölümü orada sürekli yaşayan insanlara ayrılıyor. Oteli ünlü eden ünlü isimlerin birçoğu, içinde yaşadıklarıyla oteli de efsane hale getirdi. Andy Warhol ‘Factory’ için çalışacak birçok starıyla bu otelde tanıştı. Leonard Cohen, 104 numarada yaşayan imkânsız aşkı Janis Joplin için şarkılarını bu otelde yazdı. Andy Warhol’un ‘elma şekeri’ olarak bilinen esin kaynağı Edie Sedgwick bu otelde Bob Dylan’a aşık olup ret cevabı aldı. Plaza hayatından ve kravatından sıkılan Arthur Miller bu otelde yaşamaya karar verdi. Ve maalesef Sex Pistols’ın gitaristi Sid Vicious ile hayatının aşkı Nancy Spungen’in yaşadığı trajediye bu otel ev sahipliği yaptı. Tüm bu yaşananlar, otelde konaklayan efsanevi yıldızlar ve dimdik ayakta duran Hotel Chelsea adına belki de en iyi cümle Yves Klein tarafından 1961’de yayınlanan bir cümle oldu: “Hotel Chelsea’de kalmak, başlı başına bir eser vermek; üstüne konuşmaksa bütün büyüyü bozmak demek…”

Her metrekare başka bir anı
Yaşanmışlığın büyülü kokusunu her metrekaresinde hissettiren Hotel Chelsea açıldığı yıldan 1902 yılına kadar Manhattan’ın en uzun binası olma özelliğini de taşıdı. İlk açıldığı yıllarda 100 daireli bir apartman olan Chelsea, 1905 yılında ekonomik sıkıntılar ve tiyatroların yer değiştirmesi sonucunda otele dönüştürüldü. 1940 yılında tiyatrolar bölgesinin tam ortasındaki bu binayı David Bard satın aldı, 1957 yılında da işletmesini otelin koridorlarında büyümüş oğlu Stanley Bard’a devretti.
Bohem tarzı, içinde yaşananların verdiği ilginç atmosferiyle, temiz olmadığı düşünülse de kendine özgü taptaze bir koku var odalarında. Bilerek kapatılmamış çatlakları, orijinalliğinin bozulmaması için değiştirilmeyen pencereler, kıvrımlı masa ve yatak başlarıyla konaklamak için ilginç bir mekân. Klasik tarzdaki koltuklar bazı odalarda modern mobilyalarla karıştırılarak bir ahenk oluşturulmuş. Her biri farklı mobilyalarla tasarlanmış odalara sahip. Aileyle konaklamak açısından uygun olmasa da tek başınıza ya da çılgın sevgilinizle mutlaka konaklamalısınız.

Rekor konaklama
Ressam Alpheus Cole 112 no’lu odasında öldüğünde, Chelsea’de kalmaya başladığı ilk günün üzerinden 35 yıl geçmişti. Otelde en uzun süre kalma rekoru 54 yılla müzik adamı Virgil Thompson’a ait...

KİMLER GELDİ KİMLER GEÇTİ
Yazar ve düşünürler; O. Henry, Herbert Huncke, Dylan Thomas, Dale Beran, Arthur C. Clarke, William S. Burroughs, Gregory Corso, Arthur Miller, Quentin Crisp, Gore Vidal, Tennessee Williams, Allen Ginsberg, ‘On the Road’un yazarı Jack Kerouac, Robert Hunter, Jack Gantos, Brendan Behan, Simone de Beauvoir, Robert Oppenheimer, Jean - Paul Sartre, Bill Landis, Michelle Clifford, Thomas Wolfe, Charles Bukowski, Raymond Kennedy, Matthew Richardson, René Ricard, Charles R. Jackson.
Aktör ve yönetmenler; Stanley Kubrick, Shirley Clarke, Cyndi Coyne, Mitch Hedberg, Dave Hill, Miloš Forman, Lillie Langtry, Ethan Hawke, Dennis Hopper, Eddie Izzard, Kevin O’Connor, Uma Thurman, Elliot Gould, Jane Fonda, Gaby Hoffmann, Andy Warhol’un starlarından olan Viva, Edie Sedgwick ve Ultraviolet.
Müzisyenler; The Grateful Dead, Tom Waits, Patti Smith, Virgil Thomson, Henri Chopin, John Cale, Édith Piaf, Joni Mitchell, Marty Connolly, Bob Dylan, Janis Joplin, Jimi Hendrix, Sid Vicious, The Distillers, Richard Hell, Rufus Wainwright, Abdullah İbrahim, Sathima Bea Benjamin, Leonard Cohen, Jim Morrison, Madonna, Ryan Adams, The Libertines ve Anthony Kiedis.


OTEL İÇİN YAPILAN FİLMLER
1- BBC’de yayınlanan Arena televizyon serisi için yapılan Chelsea Hotel belgeseli (1981)
2- Andy Warhol’un yönetmenliğini yaptığı ‘The Chelsea Girls’ (1966)
3- Adrian Lyne’in imzasını taşıyan ‘Dokuz Buçuk Hafta’
4- Sid ve Nancy’nin hikâyesinin anlatıldığı, Alex Cox tarafından yönetilen ‘Sid&Nancy’ (1986)
5- Ünlü yönetmen Luc Besson imzalı unutulmaz ‘Léon: The Professional’ (1994)
6- Bon Jovi videosu ‘Midnight In Chelsea’ (1997)
7- Sydney Pollack’ın yönettiği ‘The Interpreter - Çevirmen’ (2005)
8- Fenton Bailey ve Randy Barbato’nun yönettiği belgesel; ‘Party Monster: The Shockumentary’ (1996)
9- Ethan Hawke’un yönettiği ‘Chelsea Walls’(2001)
10- Abel Ferrera’nın yönetmenliğini yaptığı ‘Chelse on the Rock’ (2008). Bu film Filmekimi filmleri arasında geçtiğimiz günlerde gösterimdeydi.

Uçakla gazla!
İstanbul’dan New York’a her gün THY’nin direkt uçuşları bulunuyor. Ayrıca haftanın belirli günleri ek seferler de düzenleniyor. 10 saat süren bu yolculuk gibi uzun uçuşlarla aranız iyi değilse THY ya da diğer havayolları ile Avrupa üzerinden aktarmalı olarak da gidebilir, Londra, Amsterdam gibi şehirlerde birkaç saat geçirdikten sonra yola devam edebilirsiniz.


Hotel Chelsea;
222 W 23rd St New York NY 10011
Telefon: (1 - 212) 243 37 00
Fax: (1 - 212) 675 55 31
www.hotelchelsea.com

SELANİK - YUNANİSTAN

Ege insanının aşkını, hüznünü ve sevincini yansıtan rembetiko (Anadolu'dan Yunanistan'a göç eden Rumların orada oluşturdukları müzik türü) notalarını tüm duyularınızla hissetmek, uzonun az anasonlu ve hafif tadıyla buzuki tellerine eşlik etmek… Gece hayatını doya doya yaşamak ve aynı cadde üzerinde eski bir meyhaneden çıkıp rembetikoyla canlanmış bir bara girebileceğiniz tek şehir burası. Selanik. Yunanistan’ın ikinci büyük şehri olan şehir, büyük caddeleri, meydanları ve gösterişli vitrinleriyle kıpır kıpır ve capcanlı. Geçmişin modernizmle dostça yaşadığı kaldırımlarında sıralanan kafeleri, Makedonya spesiyallerinin menüleri doldurduğu, tavernaları, meyhaneleri ve lüks barlarıyla Selanik mutlaka görülmesi gereken şehirler listesinde.

Görün
Selanik’in sembolü olarak bilinen Beyaz Kule, yani Lefkos Pyrghos, 15. yüzyılda inşa edilmiş ve isyan eden yeniçerilerin hapishanesi olarak kullanılmış. Kulenin içinde tarih ve sanat müzeleri yer aldığı gibi yakınlarında da dünyanın en önemli müzelerinden sayılan Arkeoloji Müzesi bulunuyor. Kentin üst kesimlerinde yer alan, etrafı halen ayakta olan surlarla çevrili Epimenidou ya da Kastra isimli eski Türk mahallelerini mutlaka görmelisiniz. Dar sokakları, kapıları ardına kadar açık olan eski ve küçük evleriyle, bu mahallenin samimi havası oldukça tanıdık geliyor.

Gittiğinizde kendinizi İzmir’de gibi hissedeceğiniz bu rahat şehrin en sevilen iki meydanı Platia Elefterias ve Platia Aristotelous, deniz kıyısında yer alıyor. Alanların çevresinde bulunan kafe ve restoranlar özellikle akşam saatlerinde canlı bir hareketlilik yaşıyor. Şehirde kahve molası verebileceğiniz irili ufaklı pek çok mekân, neredeyse tüm sokak aralarına serpiştirilmiş. Eğer alışveriş yapacaksanız, önlerinde ağaçların sıralandığı peş peşe gelen mağaza binalarının bazılarının neoklasik, bazılarının modern olduğunu ve bu karışımın yarattığı ahengi göreceksiniz. Nüfusun büyük çoğunluğunu gençler oluşturuyor, sebebi de iki önemli üniversitenin Selanik’te konumlanıyor olması.

Gece hayatı ve müzik Selanik’i en iyi tanımlayan iki kelime denilebilir. Barlarda gece 23.00 gibi başlayan eğlence sabahın ilk saatlerine kadar sürüyor ve istisnasız her bar kaliteli müzik yapıyor. Rembetiko dinlemek için doğru bir adres arıyorsanız, yerlilerin, üniversite öğrencilerinin zorla sığdığı binada her an sürpriz bir doğaçlama partiyle karşılaşılabileceğiniz bir yer var: Et Pazarı. Ayrıca Magic Park’a gidip su parkını, hayvanat bahçesini ve lunaparkı görmelisiniz. Selanik’e gitmişken bir buçuk saatlik yola katlanıp Halkidiki Yarımadaları’nı ziyaret etmelisiniz. Selanik’in hemen güneyindeki yarımadalar, harika kumsalları, otantik mimarisi, sevimli köyleriyle hafta sonları Selanikliler tarafından da tercih ediliyor. Bölgenin merkezi olan Poligiros yazın çok fazla rağbet gördüğü için gitmeden önce bölgedeki otellere mutlaka rezervasyon yaptırın.


Yapın
Şehrin her yanına dağılan kafelerde ya da buzuki salonlarında mutlaka rembetiko dinleyin, uzoyu mutlaka deneyin. Yunan fırınlarının taze hamur işleri ve börekleri, Atina’nın resmi içeceği olarak kabul edilen buzlu kahve frappe’ler mutlaka denenmeliler listesinde. Selanik’teyseniz oranın mevsimsel yiyeceği olan Grek salatası, yani Horiatiki’den yemelisiniz. Sadece yaz aylarında olgun kırmızı domates, yeşil biber, salatalık, özel yağ ve Selanik’in özel peyniri olan ‘feta’ kullanılarak yapılan salata da şehrin en önemli yiyeceklerinden. Eğer kış ayında gidecekseniz Lachano-Carota salatası denilen lahanalı ve havuçlu salatanın tadına bakmalısınız. Misithra, Kasseri, Kefalotyri,Graviera gibi koyun, keçi ya da inek sütünden yapılan çeşitli peynirler Selanik ve yemek kelimelerinin ilk çağrıştırdıklarından.
Karnınızı iyice doyurduktan sonra Olimpos Dağı manzarası eşliğinde gün batımını izleyip günü uğurlayın. Eski tavernaları mutlaka görün. Eylül aylarında gidiyorsanız Selanik Uluslararası Ticaret Fuarı, trend takipçisiyseniz uğramanız gereken adreslerden. Fuarın hemen ardından Yunan Müzik Festivali başlıyor. Son yıllarda festivalde, dünyaca ünlü DJ’ler, sanatçılar ve gruplar da sahne alıyor. Balkan sineması sevenler için de Selanik film Festivali (Thessaloniki International Film Festival) her yıl ekim ya da kasım ayında oluyor. Bu yıl festival 14 - 23 Kasım tarihlerinde gerçekleşecek. 1993 yılından beri gerçekleşen bu festivalde Francis Ford Coppola, Faye Dunaway, Catherine Deneuve ve Irene Papas gibi birçok ünlünün yolu Selanik’ten geçmiş.

ATATÜRK’ÜN EVİ
Aya Dimitriya Mahallesi, Apostolu Povu Caddesi, 75 numarada konumlanan ev mutlaka görülmesi gereken bir müzeye dönüştürülmüş. Tuğla döşemeli bir holden geçtikten sonra mutfak, kiler ve iki odanın bulunduğu zemin kat bulunuyor. Yine bu kattaki yatak odasında bir büyük karyola ve önünde bir pirinç mangal, yıllar öncesinde olduğu gibi duruyor. İkinci katta ise Atatürk’ün doğduğu oda, yatak odası ve bir de teras yer alıyor.


Ulaşım
Selanik’e her akşam 21.00’de Sirkeci’den hareket eden tren kalkıyor. Bilet fiyatı ise 87.80 YTL. Eğer otobüsle gitmek isterseniz perşembe günleri hariç her gün saat 11.00’de Varan firmasının otobüsleri hareket ediyor. Selanik’e ulaşmak 13 saatinizi alıyor ve bilet fiyatları da 65 YTL. Uçakla gitmenin daha kolay olacağını düşünüyor olabilirsiniz ama Selanik’e direkt uçak bulmak çok zor. Uçak konusunda ısrarlıysanız Atina’ya uçup oradan 6 saatlik bir tren yolculuğuyla Selanik’e ulaşabilirsiniz. Yunanistan vizesi, sanılanın aksine oldukça kolay alınıyor. En fazla üç gün süren işlemler sonrasında rahatça edinebilirsiniz.